Sayı | Ausgabe: 270, 10.04.2024 | Gelecek sayı | Nächste Ausgabe: 10.05.2024

09.11.2022

Julia nın gözü ile Almanlardan farklı özelliklerimiz

Türkleri yakından tanıyan ve çok iyi  Türkçe konuşabilen bir Alman bayan iki toplum arasındaki bazı farkları ortaya koymuş. Özellikle bir cümlesi beni hem güldürdü, hem de düşündürdü. Türkleri yakından tanıyan ve çok iyi  Türkçe konuşabilen bir Alman bayan iki toplum arasındaki bazı farkları ortaya koymuş. Özellikle bir cümlesi beni hem güldürdü, hem de düşündürdü. 
Alman bayan “çocukları severken kullanılan “seni yerim “cümlesini önceleri tehtid olarak algılamıştım, anlamam uzun bir zaman aldı”diyor. Lisanlar iletişim aracı olmanın yanında aynı zamanda toplumların karakterini ve hayata bakış açılarını da yansıtırlar. Julia "yerim kelimesini tehtid gibi algıladım"derken esasında Türklerin abartı ve mübalağa yapmayı çok sevdiğini vurguluyor. Çünkü Almanların kullandıkları mobilyadan, giydikleri kıyafetlere, yaptıkları makyaja kadar bir sadelik hakim. Aşırı acı ve tatlı yemezler. Kıyafetleri de şatafattan uzaktır. Çocukları severken yanaklarını sıkmazlar. Biz severken ölesiye severiz, nefret ederken de öyle! Hayatımızda büyük bir abartı var. Normali bir yakalasak hayatımız düzene girecek.
Julia ikinci olarak Türklerin olur olmaz hemen her şeyi taksitle aldığını ve çok kredi kullandığını söylüyor. 
Dünyanın her yerinde hesabını bilmeyen, ölçülü ve dengeli yaşamayan insanlar sıkıntı çeker. Sepetin altı delikse sepetin içine giren yumurta sayısının hiç bir anlamı olmaz. Ayakkabımızın altı delik olsa da üstünün cilalı ve parlak olmasını istiyoruz. Almanlar genelde sadece ev ve araba alacakları zaman kredi çekiyorlar. Kimse kendine bir mont aldığı zaman taksitle almıyor. Bunu biz de yapabiliriz. İnsanımız yanlış tercihlerle kendini bankalara esir ediyor. Bugün seçenek çok fazla, her bütçeye uygun kıyafet var. Lüksü ve şatafatı tercih etmediğimiz zaman daha rahat bir nefes alabiliriz. Marka takıntısı, gördüğünden geri kalmama, el ne der anlayışı bizi çok etkiliyor. Ev alırken hiç kullanmadığımız salonlar için bir yığın para veriyoruz. Oysa küçük ve işlevsel daireler de ihtiyacımıza pekala cevap verebilir. Tasarruf etmek ayağını yorganına göre uzatmak cimrilikle eşdeğer değildir. Bir toplumda elbette lüks, israf ve bolluk içinde yaşayanlar vardır ve hep olacaktır. Ama bunlar bizim için asla ölçü olmamalı! Akıntıya kapılmadan her fert, her aile kendi özel dairesi ile ilgili formüller geliştirerek yükünü hafifletebilir.
Julia söylemese de bir özellik de ben belirtmek istiyorum. Toplum olarak çabuk dolduruşa gelen, provake edilmeye, kullanılmaya müsait bir yapımız var. Duygusal bir milletiz, olaylardan çok çabuk etkileniyoruz. Ben bunun sebebini alt yapı eksikliğine bağlıyorum. Donanımlı insanların başkalarından kolay etkileneceğini düşünmüyorum. Bir hatıram aklıma geldi. Kırıkkalede bundan 40 sene önce yedek subay olarak askerlik görevimi yaparken arkadaşlarla mesai bitimine yakın sohbet ediyorduk. (Görev yerimiz silah fabrikasıydı. Fabrikada Milli Savunma Bakanlığı adına Makine Kimya Endüstrisi Kurumunun ürettiği silahları kontrol edip teslim alıyorduk. Fabrika personeli fazla mesai yapmak için kasıtlı olarak teslimat işini hep hafta sonuna sarkıtıyordu.. Hafta içi genelde boştuk. Esasında fabrika yetkilileri bize hafta sonu gelmemiz gerektiğini söylüyorlar,, biz “olmaz”diye karşılık verince fabrika müdürü bizim komutanı ikna edip işi yukardan bağlıyordu. Komutanımız fabrika müdürü karşısında bizi savunmuyordu. Tam hafta sonu memleketimize gitmeyi planlarken görev işini anlayamıyorduk. Aramıza yeni katılan ve Balıkesir den gelen,  görev yeri sivriliğinden dolayı sık sık değiştirilen bir Ast Subay Başçavuş arkadaşımız sohbet arasında “Eğer komutan beni bu hafta sonu göreve çağırırsa gelmeyeceğim” dedi. Ben de dolduruşa gelerek aynı şekilde  “Ben de gelmeyeceğim” dedim. Aradan henüz beş dakika geçmeden karargahtan telefon geldi. Arayan komutanın sekreteriydi. Telefona ben çıktım. Sekreter komutanın teslimat için Cumartesi günü fabrikaya gelmemi istediğini söyledi. Ben de biraz önceki sözümü arkadaşlar içinde yememek için,  güya delikanlılık adına,  sekretere “Komutana söyle gelmiyorum” diye cevap verdim. Sekreter sivildi. Şükrü sekreter söylediğim cümleyi hiçbir sansüre tabi tutmadan olduğu gibi komutana aktarmış. Aradan çok geçmeden bir telefon daha geldi. Komutan beni karargaha çağırıyordu. Çok korkmuştum, komutana karşı gelmekten disipline verileceğimi, askerliğimin yanacağını ve büyük bir ceza alacağımı düşünmeye başladım. Kırıkkalede 28 kişilik teknik askeri bir ekiptik. Komutanımız yüksek makine mühendisi ve albaydı. Beni çok seviyordu, hatta bana birkaç tane teknik kitap hediye etmişti. Bir bilim adamı gibiydi. Kalbi şefkatle dolu iyi niyetli yumuşak huylu bir insandı. Benden böyle bir davranış beklemiyordu. Belki  sert mizaçlı bir komutan olsaydı o cümleyi söyleme cesaretini gösteremezdim. Kapıyı çalıp selam verip odasına girdim. Çok sinirliydi, bana “derhal savunmanı yaz getir “dedi. Doğruca ekipte yazışmaları çok iyi bilen  Bekir Başçavuşun yanına gittim. Bekir Başçavuş bana güzel bir savunma hazırladı. Komutanımız Albay Faik Tuncer “bu savunmaya ceza verilmez “dediğinde derin bir ohh çekmiştim. Fakat komutanın güvenini zedelediğimi düşündüğüm için büyük pişmanlık ve , vicdan azabı duydum. Yaptığım büyük bir hata idi. Avusturya ya geldiğimde komutanımla  bir süre mektuplaştık. Değerli bir insandı. Vefat etmiş olacağını düşünüyorum. Makamı cennet olsun!

Köşe Yazarları | Autoren
Köşe Yazarları | Autoren